Wikipedia

Arama sonuçları

23 Mart 2017 Perşembe

Ergen alaycılığı ve zorbalığı


Birkaç gün önce tv ve gazetelerde bir lise öğrencisinin sınıfta arkadaşını öldürmesi ve kendine zarar vermesi ile ilgili haberi belki bazılarınız okumuşsunuzdur. Nedeni tam belli olmamakla birlikte, kendisine lakap taktığı için daha önce tartıştığı arkadaşını derste bıçakladığını iddia edenler var.

Nedeni ne olursa olsun bu öğrencinin psikolojik sorunları olduğu bir gerçek. Özellikle ergenlik dönemindeki gençlerin bu tür sorunlarla baş etmesi her zaman kolay olmuyor.

Ortaokul ve lise yıllarında hepimiz arkadaşlarımızla bazen alay etmiş, dalga geçmiş hatta onlara çeşitli lakaplar takmışızdır. Aynı şekilde bunlar bize de arkadaşlarımız tarafından yapılmıştır.

Belki bunların dozunda olanları ve tekrar edilmeyenleri bir yere kadar normal karşılansa da bazı ergenler üzerinde büyük tahribatlar yapabilir onlara büyük travmalar yaşatabilir. Hatta bu yüzden okula gitmek istemeyen, okuldan soğuyan ve derslerinde başarısız olan ya da çevresine zarar veren binlerce genç vardır.

Birçok anne baba bu durumda olan çocuklarının neden okulu sevmediği ve gitmek istemediği konusuna bir türlü anlam veremezler. Çünkü kendisiyle alay edilen ve bazı fiziksel özellikleri ile sürekli dalga geçilen öğrenci bu durumu öğretmenlerine ve ailesine bile anlatmaktan çekinebilir. Çünkü bu durumda ispiyoncu damgası yiyeceğini bilir ve büyüklerden yardım almayı aşağılayıcı ve zayıflık belirten bir durum olarak algılar.

Özellikle 12-18 yaş arası ergen grupları birbirine karşı son derece acımasız olabilir. Okul yıllarında uzun olanlara "fasulye sırığı", kısa olanlara "cüce"- "yerden bitme", kilolu olanlara "patates"- "ayı"- "panda"  gözlük takanlara "optik"- "dörtgöz", çalışkan ve başarılı olanlara, "inek"- "hafız"- "süt" özellikle sevgilisi olmayan bazı kızlara "kezban" gibi lakaplar takılması öğrenci grupları arasında çokça rastlanan olaylardandır.

Ayrıca kiminin diksiyonu/konuşması, giyimi, ailesi, çevresi vb özellikleri ile gelişim çağında olan kız ve erkek öğrencilerin ergenlik çağındaki fiziksel değişimleri de bazen alay konusu olabilir. Göğüsleri büyüyen kızlar, sesleri çatallaşan ve kalınlaşan erkekler bu durumdan çok hoşnut olmadıkları gibi çevreleri tarafından alaya da alınabilirler.

Bunların dışında fiziksel yönden daha gelişmiş olan ergenlerin/gençlerin kendilerinden daha çelimsiz ve güçsüz öğrencilere şiddete yönelik şakalar yapması ve onları zor durumda bırakarak aşağılamaları da çokça görülür.

Bu söylemlere maruz kalan öğrencilerin bir kısmının saldırganlaştığı, kendisine yönelik alaylara sert tepkiler ve şiddet gösterileri ile karşılık verdiği görülürken bir kısmının da içe kapandığı, sosyal ve duygusal açıdan problemler yaşadığı ve yalnızlaştığı gözlemlenir. Bu tür öğrencilerin okulda çok fazla arkadaşı olmaz. Evde de genellikle odalarına kapanır ve aile bireyleri ile fazla iletişimde bulunmazlar.

Böylesi durumlarda ailenin ve özellikle okullardaki rehberlik servislerinin/öğretmenlerinin konuya mutlaka el atması ve ergen/genç ile yakından ilgilenerek önlemler alması gerekir. Özellikle kendisine yapılanlara karşı sessiz kalmaması ve bunları gizlememesi gerektiği, kendisine yakın bulduğu biriyle paylaşmasının yararları anlatılmalıdır.

Ayrıca aile büyükleri ve öğretmenlerden yardım almanın bir güçsüzlük ve acizlik belirtisi olmadığı ve bunun başkalarının da başına gelmemesi için alınan önlemlerin bir parçası olduğu vurgulanmalıdır.

Daha da önemlisi kendisi ile dalga geçen kişilerin sözlerini ciddiye almaması ve bunlar söylendiği zaman kızma sinirlenme gibi duygularını karşı tarafa belli etmemesi gerektiği de belirtilmelidir.

Tabii ki bütün bu alınan önlemler ergenlerin acımasızlığı, arkadaşları ile alay etmelerini azaltmasa da en azından bunlara maruz kalanların etkilenmelerini minimum düzeye indirmede yararlı olacaktır.

İlhan İLMENÖZ

8 Mart 2017 Çarşamba

Çiğdem gibidir İzmir"in kadınları


Biz İzmirliler ayçiçeği çekirdeğine çiğdem deriz ya, İzmirli olmayanlar ve bu şehri çok tanımayanlar bizim bazı şeylere söylediklerimizi tuhaf bulur, hatta bazen tebessümle hafiften dalga da geçerler.

Evet, biz simit yerine gevrek deriz. Simit deyince bizlerin aklına deniz gelir. Ayrıca çamaşır suyuna klorak, domatese domat, çekirdeğe çiğdem, sigortaya da asfalya deriz. Asfalyalarımız attı mı gözümüz hiç bir şeyi görmez. Bir de kumrumuz ve boyozumuz vardır.

Neyse konu bu değil, bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ya da tam olarak söylersek Dünya Emekçi Kadınlar Günü…

Nasıl olsa bugün 8 Mart"la ilgili ciddi ciddi bir çok yazı yazılır, açık oturum, panel, söyleşiler düzenlenir, kadın haklarından dem vuran konuşmalar yapılır ve yarın her şey eskisi gibi kaldığı yerden devam eder.

Sıradan, klasik ve basmakalıp sözcüklerle dolu bir 8 Mart yazısı yazmaktansa, biz İzmirlilere özgü bir yazı olsun dedim. Tabii böyle olunca da ilk aklıma gelen çiğdem oldu ama bu çiğdem, çekirdek değil çiçek olan Çiğdem…

Çiğdem çiçeği, İzmir"in çağdaş, aydın ve modern kadınlarının simgesi olmalıdır diye düşündüm. Çünkü narin yapısıyla sert rüzgârlara bile direnen ve insana var olmayı ve gücü hatırlatan, yaşama sevinciyle dolu rengarenk bir dağ güzelidir Çiğdem çiçeği...

Narindir çiğdem çiçeği, ince ve zariftir, tıpkı İzmir"in kadınları gibi... Ama bakmayın siz onların en ufak bir esintide ‘koptu kopacak’ gibi durmalarına. Soğuğa karşı direnmede, sert rüzgârlara karşı dimdik ayakta durmada üstlerine yoktur. Hiç bir baskı ve zorlamaya boyun eğmeyen inatçı İzmir"li kadınlar gibi...

Zor yaşam şartlarında varoluşu simgeleyen çiğdemler, capcanlı renkleriyle ortama hayat vermek için yaratılmışlardır sanki. Sarı, mor, pembe, beyaz, leylak, hepsi yaşamın içinde rengarenk...Tıpkı yaşama sevinci ile dolu, şen kahkahaları ile her zaman hayatın içinde olan, hayatın ta kendisi olan İzmir"li kadınlar gibi...

Tüm zorluklara rağmen yeşermeyi, çiçek açmayı ve yaşama sımsıkı tutunmayı bilir Çiğdem çiçekleri... Kayalıkları aşıp onlara ulaşmak o kadar zordur ki. Yanına vardığınızda o nazlı o duru güzelliği ile kendine hayran bırakır sizleri. Şaşar kalırsınız nasıl olur da bu sert kayalıkların arasında bu narin, bu güzel çiçek böyle çıkabilmiştir diye.

Bu şehrin güzellikleri dillere destan ÇİĞDEM"leri vardır, tıpkı çiğdem çiçekleri gibi...Herkesin hayranlıkla baktığı, özendiği ama ulaşamadığı...

Çağdaş, onurlu/gururlu, kendinden emin, zerafet ve özgüven dolu ve bir o kadar da güzeldir İzmir"in kadınları...

Ne demiş usta ozan Aşık Veysel
Çiğdem der ki ben ala"yım
Yiğit başına belayım
Hepsinden ben ala"yım
Benden ala çiçek var mı...

Şairin "denizi kız, kızı deniz/ Sokakları hem kız hem deniz kokar." dediği bu kentin kadınlarına "Çiğdem" desem herhalde bana kızmazlar.

8 Mart Kadınlar Günü"nde başta sevgili eşim olmak üzere emekçi-yemekçi hiç bir ayrım yapmadan tüm  kadınların gününü kutlar, özgür, mutlu ve aydınlık dolu günler ve yarınlar dilerim.

İlhan İLMENÖZ

1 Mart 2017 Çarşamba

Kimliklerimiz ve sosyal medya baskısı


Her insan kaçınılmaz bazı kimliklerle doğar. Bunlar insanın iradesi dışında doğumla edindiği kimliklerdir. Aile-din/mezhep-milliyet/ırk-coğrafya ve vatandaşlık gibi...

Bir de sonradan kazanılan kimlikler vardır. Bir siyasi partinin ya da spor kulübünün taraftarı olma, bitirilen bir okul veya bir meslek edinme, çeşitli dernek ya da kuruluşlara üye olma sonradan kazanılan kimliklere örnektir.
Herkes yerine-zamanına ve bulunduğu ortamlara göre bu kimliklerini ön plana çıkarır.

Bu kimliklerimizin olması çok doğal. Önemli olan bunları ne kadar yerinde, doğru ve istikrarlı kullandığımızdır.

Son yıllarda hızla gelişen ve günlük yaşantımızda çok önemli bir yer tutan sosyal medya bu kimliklerimizi en çok sergilediğimiz alanların başında gelir.

Facebook-Twitter-Instagram başta olmak üzere çeşitli forum ve bloglar, sözlükler vb. kimliklerimizi gösterme şansı bulduğumuz sanal alanlardır. Buralarda bazen bir yazı, bazen bir fotoğraf/video, bazen tek bir cümle bile olaylara, dünyaya ve çevremize bakışımız hakkında mesajlar iletir. Yaptığımız bir paylaşım, beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz bir yazı/foto duruşumuz hakkında fikir verebilir.

İşte bütün sorun da bence burada başlıyor. Sosyal medya araçlarını kullanan birçok kişi kendi inandığı değerler üzerinden diğerlerine, karşıt görüşte olanlara tahakküm kurmaya ve onların benzer kimliklerini küçük görmeye, hatta aşağılamaya çalışıyor.

Sadece karşıt görüşte olanlara değil kendilerine yakın kimliğe sahip olanlara da sergilemesi gereken davranışlar üzerinden verilen akıllar, yapılan eleştiriler, yapması ve yapmaması gereken eylemleri listeleme de bir tür baskı değil midir?

Örneğin herhangi bir politik görüşe sahipsiniz ve bunu da açıkça belirttiyseniz, sosyal medya üzerinden bu alanda yapılan/paylaşılan her etkinliğe katılmaya zorlanıyorsunuz. Diyelim bir sözü ya da fotoğrafı beğenmediniz ya da paylaşmadınız hemen eleştiri ve sorgulamalar ile karşılaşabiliyorsunuz.

Ulusal kurtuluş günleri-ulusal bayramlar-vatan-bayrak vb. konularda yapılan paylaşımlara ve sosyal medya etkinliklerine katılmadığınız, beğenmediğiniz, destek vermediğiniz zaman bu değerler üzerinden sorgulanmanız sosyal medya baskısı değil midir?

Çeşitli nedenlerle ölenlerin politik kimlikleri üzerinden arkalarından dua ya da beddua etmek, kendi gibi düşünmeyenleri dışlamak ve eleştirmek bir sosyal medya baskısı değil midir?

Ya da dinsel inançlar üzerinden yürütülen bir sosyal medya çalışmasına tepkisiz kalırsanız hemen müslümanlık anlayışınız sorgulanabiliyor. Kişinin sadece kendisinde kalması gereken bazı ibadetlerini  sosyal medya üzerinden sürekli dile getirmesi ve bunu çevresine empoze etmeye çalışması bir baskı değil midir?

 Oruç tutabilirsiniz, namazınızı kılabilirsiniz, çeşitli hayır işlerinde bulunabilirsiniz ama sürekli bunları "şöyle yaptım, böyle yaptım" diyerek sosyal medya üzerinden paylaşmak ve yapmayanları açığa çıkararak neredeyse suçlamak sosyal medya baskısı değil midir?

Çeşitli kaza ya da doğal afetler sonrası takınılan üzüntülü tavırlar, sanal gözyaşları, keder ve hüzün dolu mesajlar vermeyenlere, farklı paylaşımda bulunanlara yöneltilen ağır eleştiriler ve suçlamalar sosyal medya baskısı değil midir? Üstelik bütün bunları hepsinin yeni bir gündemle 2-3 gün sonra unutulacağı belli iken.

Sporda da aynı takımın taraftarları arasında farklı konularda hemfikir olunamadığı zamanlarda herkesin kendi gibi düşünmeyenleri suçlaması hatta taraftarlık derecesini ölçmeye kalkması sosyal medya baskısı değil midir? Yeni gelen bir teknik direktör ya da oyuncu transferleri sonrası bunları onaylayan ya da beğenmeyenler arasında yaşanan sert tartışmalar hatta suçlamalara varan sözler sosyal medya baskısı değil midir?

Seçimler öncesi kamuoyu yaratma adına yaşananlar, bir parti ya da aday üzerinde yoğunlaşma çabaları ve bu alanda birbirini ikna etmeye çalışırken yaşananlar/suçlamalar sosyal medya baskısı değil midir?

Son olarak içinde bulunduğumuz referandum sürecinde evet ya hayırcıların birbirlerini linç etmek için tetikte beklemeleri, buldukları en küçük fırsatta saldırıya geçmeleri bu baskıların en güzel örneklerinden değil midir? Üstelik bu rekabetin hiç de eşit olmayan koşullarda yapıldığını herkesin bildiği bir ortamda…
Ayrıca tüm bunlar yaşanırken her türlü bilgi kirliliği, olayları abartma ve saptırma, dezenformasyon da işin cabası.

Bence işin daha da vahimi sosyal medya üzerinden gösterilen duruşlar acaba gerçek dünyada aynı kararlılıkla gösterilebiliyor mu? Acaba "olduğumuz gibi görünmek, veya göründüğümüz gibi olmak " gerçekten çok mu zor?
Bizim gibi düşünmeyenlere saldırmak yerine onların da farklı fikirleri, beğenileri olabileceğini kabullenmek çok mu zor?

Aykırılara, ötekilere, ayrık otlarına yaşama şansı vermek, onlara katılmasak bile dinlemek ve kabullenmek çok mu zor?

Klavye kahramanı diye adlandırılan gerçek kimlikleri belirsiz sanal kimliklerin, gerçek dünyada ezilmiş egolarını tatmin etme yeri sosyal medya olunca maalesef bunlarla karşılaşmak hiç şaşırtıcı gelmiyor.

Sadece sosyal medya baskısı yüzünden bu ortamlardan uzaklaşan ya da kendini geri plana atan o kadar çok insan var ki…

Keşke sessiz çoğunluk bu kadar sessiz olmasa...
Ya da bu kadar pasif, korkak ve sinmiş olmasak…

İlhan İLMENÖZ