Wikipedia

Arama sonuçları

29 Nisan 2017 Cumartesi

Hipster olmak zor iş

Hipster nedir? Hiç duydunuz mu? Kafeste beslenen tropikal kökenli bir evcil hayvan mı? Yoksa ortaya yeni çıkan bir müzik türü mü? Yeni bir sosyal medya akımı mı?
Son zamanlarda belki bazılarınızın sıkça duyduğu bu kelime aslında çok da yeni bir kavram değil. Hipster tarihi 40'lı yıllara kadar gider. O zamanlar modern jazz dinleyenler oluşturmuş ve hippie akımına da örnek olmuştur. Bu dönemdeki hipster'lar, genelde takip ettikleri çoğu siyah ırktan olan jazz müzisyenlerinin yaşam tarzlarını taklit eden orta sınıf beyaz gençlerden oluşuyormuş. Temelde bir akım diyebiliriz, yani bir hayat tarzı. İnsanı giyimden davranışlara kadar farklı şekillerde etkileyen bir akım.
Günümüzde de gittikçe yaygınlaşmaya başlayan hipsterlik, öyle çok kolay olunacak bir şey değil. Günümüz hipsterlerinden olmak için uymanız gereken bazı kuralları var. Gelin hep beraber bakalım nasıl hipster olunduğuna.
Her şeyden önce herkesten farklı olmaya çalışacaksınız. Popüler kültürü reddedip kendi özgün tarzınızı yaratmalısınız. Öyle sıradan ve günlük bir Türkçe ile hipster olamazsınız. Hipster dediğin biraz "cool" olur. Türkçe cümlelerinize mutlaka ingilizce kelimeler sıkıştırın. Orijinal ve marjinal olmaya çalışın. Siz sokaktaki sıradan insanlardan değilsiniz. Farklısınız, farklı olmalısınız.
Giyiminiz özel olmalı, tarz olmalısınız yani. Kendinize özgü kombinler yaratmalısınız. Bu kombinlerde dar ve renkli pantolon çok önemli. Hani vücuda yapışan ve tek başınıza çıkarmanın imkansız olduğu "skinny" diye tabir edilen pantolonlar giymeniz lazım. Ekose pantolonlar da gardrobunuzda mutlaka bulunmalı. Üstüne gömlek giyiyorsanız bütün düğmeler boğazınıza kadar iliklenecek. Oduncu gömlekler ilk tercihiniz olmalı. T-shirt giyiyorsanız da kıllar görünecek, V yakalı T-shirtler bu açıdan ideal.
Ayakkabılarınız "toms" tarzı dedikleri keten türü espadrillerden olursa kıyafetiniz tamamlanır. Renkli çoraplar da ayakta olması gereken bir başka aksesuarınızdır.
Ayrıca saçınız, sakalınız da son derece dikkat çekici olmalı. Özellikle herkesten farklı saç modeliniz, uzun sakalınız ve kıvrık bıyıklarınız ile hemen fark edilmelisiniz.
Kadınlara gelecek olursak ; bir kere tulum çok seksi bu akım için. Kısa şortlu tulumlar giyilebilir. Retro diye tabir edilen her kıyafet uygundur. Annenizin hatta anneannenizin dolabından ne bulursanız giyin. Olmadı mutlaka bit pazarlarına uğrayın. İkinci, üçüncü el farklı olan ne varsa alın. Ayrıca mini şortlar ve garip şekilli külotlu çoraplar birbirine çok yakışır. Ayağınıza da bir makosen ayakkabı olursa tam bir hipster oldunuz işte.
En önemli aksesuarınız ise kemik çerçeveli bir gözlük. Cinsiyet farketmeksizin mutlaka kullanmanız gerek. Erkekler için; kravat, papyon, pipo, değişik şekillerde şapkalar veya bereler kullanılabilir. Kadınlar için ise fularlar, fiyonklu taçlar ve bandanalar, maddi değeri düşük olan kocaman takılar uygundur. Yine her iki cinste de özellikle bez çantalar olmazsa olmazlardandır.
Sakın hipsterler hep eski şeylerden hoşlanır zannetmeyin. Günümüz teknolojisini de asla ihmal etmezler. Sosyal medya içinde olmak onlar için çok önemlidir. Çünkü bir hipster her türlü gelişmeyi anında öğrenmeli ve her şeyi bilmelidir. O yüzden sosyal medya içinde yer almak ve buradan iletişim kurmak bir hipster için vazgeçilmezler arasındadır. Instagramda herkesten farklı yerlerde çekilmiş fotoğraflar paylaşmayı da unutmayın.
Bir de dünyaca tanınan marka olmuş kahve mekanlarına takılıp entelektüel muhabbetlerde yer alacak bir grubunuz oldu mu bu iş tamamdır. Kahve deyip geçmeyin, kahve hipsterler için çok önemlidir doğrusu. Sabah ayılmak için kahve içmek ve sokakta elde kahve ile dolaşmak bir hipster için günlük rutinlerdendir. Ayrıca eski bir fotoğraf makinesi olmayan ve kendi sigarasını sarmasını bilmeyen hipster asla gerçek bir hipster sayılmaz.
Son bir uyarı, ortamlarda hiç bir zaman hipster olduğunuz kabullenmeyeceksiniz. Dedik ya cool olup burnunuzdan kıl aldırmayacaksınız.
Sonuç olarak hipster olmak zor iş...
İlhan İLMENÖZ

3 Nisan 2017 Pazartesi

TRT arşivleri ve TRT üzerine


TRT son zamanların en başarılı işlerinden birine imza atarak arşivlerini halka açtı. Kim ne derse desin TRT, son 50 yıllık yakın geçmişimizin en önemli toplumsal ve siyasal hafızasıdır. Her ne kadar son 20 yılda özel kanalların çoğalmasıyla birlikte eski önemini yitirse de bu arşiv olayı ile tekrar gündeme gelmiştir.

Özellikle orta yaşın üzerindekiler ile benim gibi yarım yüzyılı devirmişlerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ait bir anılarda TRT çok önemli bir yer tutar. İşte şimdi http://www.trtarsiv.com/ sayesinde bu günlere dönerek anıları tazeleme olanağı var. Henüz TRT arşiv ile tanışmamış olanınız varsa mutlaka bu adrese bir baksınlar. Ulu Önder M.K Atatürk ve Kurtuluş Savaşı”na ait birçok belgeselden tutun da çeşitli dizi, spor, reklam, müzik gibi çok farklı alanlarda görüntülere ulaşabilirsiniz.

TRT arşivinin sadece bunlarla sınırlı olmadığını biliyorum. Sanıyorum programları ve eldeki malzemeyi yavaş yavaş yükleyeceklerdir. Bizlerin yaşamında TRT”nin apayrı bir yeri vardır.

Bugünkü jenerasyonun televizyonun ilk çıktığı yıllarda, bizlerin yaşamındaki yerini ve önemini anlamaları çok olası değil.

Maçlardan müziğe, liseler arası bilgi yarışmalarından tiyatroya kadar her şeyin radyoda dinlendiği bir çağdan, televizyona geçişin büyüsü ve şaşkınlığını anlatmak da öyle kolay olmuyor. Henüz daha birçok evde ev telefonu bile yokken radyodan televizyona geçiş o yıllar için tam bir sosyal devrim gibidir.

Tek kanallı ve siyah beyaz da olsa, kar yağar bir görüntüsü de olsa, ilk zamanlar haftanın her günü ve her saati yayın olmasa da, açılıştaki askeri tören ve İstiklal Marşı ile ekranların önünde yerini alan, yine askeri tören ve İstiklal Marşı ile kapanışın ardından çıkan "Televizyonunuzu Kapatmayı Unutmayınız" yazısını görene kadar o yerlerden kalkmayan bizler için televizyon izlemek anlatılamaz bir heyecan ve mutluluktu.

Artık günümüzde "aptal kutusu" olarak adlandırılan o sihirli alet, o yıllarda bizlere hiç de aptal gibi gelmiyordu. Düşünsenize; sinemayı da, konser salonlarını da, stadyumları da evinize kadar getiriyor, onun sayesinde dünyanın bilmediğiniz görmediğiniz ülke/insan/hayvanlarını görebiliyorduk. Çok büyük ve ulaşılamaz zannettiğimiz dünyayı ve olanları onun sayesinde daha yakından tanımaya başlıyor ve anlatıldığı kadar büyük olmadığını öğreniyorduk.

Hele o yıllarda televizyonda dizi izlemenin keyfi ve heyecanı bir başka olurdu. Şimdiki gibi internet yok ki istediğin zaman istediğin yerde izleyesin. O izlediğin dizinin yayınlandığı akşamı beklemekten ve tüm planları ona göre yapmaktan başka çareniz yoktu. Tüm aile, hatta televizyonu olmayan komşular, televizyonu olanlara misafirliğe giderek, daha dizi başlamadan saatler önce yerini alır, başlaması için dakikalar sayılırdı.

Öyle diziler vardı ki oynadıkları akşamlar sokaklar ıssız/terkedilmiş bir kente döner, diziye kadar tüm işler bitirilirdi. Örneğin; "Kaçak" dizisinin masum doktoru Richard Kimble ve onu yakalamaya çalışan hain komiser Gerard olduğu geceler reyting rekorları kırılırdı. (tabi o yıllarda kimsenin reytingden meytingden haberi de yoktu)

Dizi doktor Kimble"nin, karısını öldürmekten suçlandıktan sonra cezaevinden nasıl kaçtığını ve karısını öldüreni, suçu kendisinin üstüne kimin attığını bulmaya çalışmasını anlatıyordu.

Dr.Kimble her bölümde tam yakalanıyor gibi olur ve izleyenlerin yüreklerini ağzına getirirken, görevini yapan ve O"nu yakalamaya çalışan komiser Gerard"a da en bilinmedik beddualar/küfürler gönderilirdi.

Diziler herkesin yaşamını o kadar derinden etkiliyordu ki; buna en güzel örnek neredeyse bir jenerasyonun tamamına basketbolu sevdiren "Beyaz Gölge" dizisidir. Eğer bugün ülkemizde basketbol gerçekten çok seviliyorsa, bunda en büyük paylardan biri de bu diziye aittir.

Dizide bir zamanlar NBA"de oynarken sakatlanan eski bir basketbolcunun, varoştaki bir lisede müdürlük yapan arkadaşından, okul takımına coach"luk teklifi sonrası, okulda kurduğu takım ile arasında yaşananlar ve yoktan var ettiği bu takımın başarı öyküleri anlatılır. Çoğu siyah ve İspanyol, yoksul, sorunlu öğrencilerin gittiği bu lisede başlarda birçok sorun yaşayan coach Ken Reeves zamanla kendini tüm takıma sevdirir.

O yıllarda bu diziyi izleyip de mahalle aralarında derme çatma pota kurmayan, evde kendine göre basketbol oynayıp evin büyüklerinden azar işitmeyen çocuk/genç yok gibidir. Mahalle aralarında basketbol oynamaya çalışan çocuklara koçluk yapan bir ağabey de mutlaka olurdu.

Bir de herkesin sevgilisi "Tatlı Cadı" Samantha vardı. Burnunu oynatıp istediğini yapabilen, kocası Darren ile annesi Endora arasında kalan sevimli cadı. Herkes onun yerinde olup yaşamında gerçekleştirmek istediklerini ve tüm sorunlarını bir iki burun oynatmakla değiştirebilmenin hayalini kurardı.

Pazar sabahlarının değişmezi mutlaka kovboy filmleri izlemek olurdu. Yine pazar gününün değişmezlerinden biri de Laura Ingalls ve ailesinin yaşamını anlatan "Küçük Ev" dizisiydi. Ailenin basit ama onurlu yaşamı ve başlarına gelenler ekran başındakileri zaman zaman hüzünlendirir, kızlarıyla ve eşiyle sıradan mutlu bir yaşam süren baba Charles takdir edilirdi.

İki farklı yapıdaki kardeşin farklı yaşam öykülerini anlatan "Zengin ve Yoksul" ise en beğenilen dizilerden biriydi. Nick Nolte"nin canlandırdığı Tom Jordache"in yoksul ve dağınık yaşamı, kardeşi Peter Strauss"un canlandırdığı Rudy Jordache ise eğitimli, hırslı ve iş dünyasında hızla yükselen yapısı her bölüm ilgi ile izlenirdi. Hele dizinin kötü adamı tek gözlü Falconetti, yaptığı kötülükler ve Tom"u öldürmesi ile seyircinin tüm nefretini de kazanmış ve ölen Tom için çok gözyaşı döken olmuştu.

O aralar neredeyse tüm kötüler Falconetti ile özdeşleşmişti. Herkes çevresindeki kötü adamları anlatırken ya da betimlerken "Falconetti gibi" derdi. Daha o zamanlar ortada olmayan Dallas"ın kötü adamı Ceyar bile Falconetti"nin yanında melek kalırdı.

Dizi kahramanlarını birilerine benzetmek demişken çevrenizde de dizilerden örnek alınan, özenilen ve onlara benzemek isteyen bir çok kişi görebilirdiniz. "Charlie"nin Melekleri" adlı dizide Charlie"nin 3 güzel meleği Jill-Sabrina ve Kelly, saçlarından giyimlerine kadar o dönemin genç kızları ve kadınları tarafından örnek alınır ve taklit edilirdi.

Hatta Farrah Fawcett"in o aslan yelesini andıran sarı saçlarına bayılan tüm kadınlar mahallelerindeki kuaförlerin kapılarını aşındırıp “Benim saçımı da Farrah’ınki gibi yap, ne olursun!” diye yalvarırlardı. Sokaklarda, çarşılarda Farrah modeli saçla dolaşan bir sürü kadına rastlamak mümkündü.

Meleklerin mayolu posterleri ise birçok delikanlının odasında hayallerini süslerdi. Çevresinde 3 güzel kız olanlar, kendini derhal Çarli ilan eder, melekleri ile birlikte dolaşarak etrafa hava atardı.

Yine dizi kahramanlarına benzemek ve benzetilmekle devam edelim. Kirli ve ütüsüz pardesü ile simge haline gelen "Komiser Colombo" da keskin zekası ile detaylara gizlenmiş cinayetleri çözerken, çoğunun aklı O"nun bu üstünden hiç çıkarmadığı pardesüsünde kalırdı. Çevrede Colombo gibi giyinen, hafif dağınık bütün tiplere Colombo lakabı yapıştırılırdı.

Ya da saçını bile taramayan, kötü giyinen, evinde de yeteri kadar temizlik yapmadığı düşünen kadınlara o yıllarda oynayan bir diziden esinlenerek "Pasaklı Sally" lakabı takılırdı.

Hele mahallede iki üç orta yaşlı teyze bir araya geldi mi mutlaka "Altın Kızlar" yakıştırması yapılırdı. Hafif geç anlayan ve saftirik olana Sophie, erkeksi olana Dorothy, en açıkgöz olana Rose ve aklı hep erkeklerde olana da Blanche dediniz mi dizi kahramanlarına uygun rolleri dağıtmış olurdunuz.

Bir de dizilerde hiç anlayamadığımız ama inanıp aynen kabullendiğimiz olaylar olurdu. Mesela gizli ajanların çeşitli olaylarını anlatan "Görevimiz Tehlike" adlı dizinin her bölüm başlangıcında Jim Phelps"e yapacağı görevler bir kaset bandı ile bildirilir ve mutlaka sonunda "bu bant 10 saniye içinde kendini imha edecektir" dedikten sonra kasetten dumanlar yükselirdi. Yine bu dizide kahramanlarımızın başkasının yerine girerken yüzlerinden vücutlarına kadar her şeylerinin bire bir nasıl aynen gerçekleştiğini bir türlü çözemez aradaki farkı yakalamaya çalışırdık.

Aynı şekilde; kendi kendine hareket edebilen, konuşabilen yapay zekalı otomobil "Kara Şimşek" ile sahibi Michael Knight'ın başından geçen olaylar bir yandan hepimizi şaşırtırken, diğer yandan herkes böyle bir otomobile sahip olabilmenin hayalini kurardı.

Yine "Uzay Yolu" adlı dizide de bir tuşa basarak ışınlanan insanlar, Kaptan Kirk ve arkadaşlarının istedikleri zaman bayıltmaya ayarladıkları ışın tabancalarını, gemileri Atılgan"ın maceralarını merakla ve hayranlıkla izlerdik.

Hele Volkan gezegeninden olan damarlarında mavi kan dolaşan mantıklı Mr.Spock, kulakları ve değişik yetenekleri ile herkesi şaşkına uğratırdı. Kulakları biraz değişik olanlara da Spock benzetmesi yapılırdı.

Bir dönemi bilimkurgu ve uzay ile tanıştıran dizi kahramanları Kaptan Kirk-Yarbay Spock-Yüzbaşı Scott-Teğmen Uhura ve Teğmen Sulu-Doktor Mc Coy hala akıllardadır. Daha sonraları bir çok dizi ve filmleri de çekilen Uzay Yolu"nun o ilk siyah beyaz yılları asla unutulmaz.

Uzay Yolu ve Uzay 1999 ile bilimkurgu ve uzayın bilinemezlerini öğrenen bizler "Kökler" dizisinin kahramanı"Kunta Kinte" ile köleliğe isyan eder O"nunla birlikte beyaz adama karşı sonuna kadar direnirdik. Afrika"da beyazlar tarafından zincire vurularak Amerika"ya getirilen zencilerin buradaki yaşam mücadelelerini izlerken bazen onlarla birlikte üzülür, haksızlıklara karşı öfkelenirdik.

"Köle Isaura" ile ilk defa bir Brezilya dizisi ile tanışanlar, daha sonraki yıllarda her gün yayınlanan birçok Brezilya dizisini de izleme şansına sahip olacaklardı.
Açıkçası o yıllarda her şey bize daha inandırıcı, daha gerçekçi görünürdü. Belki bizlerin saflığından, belki her şeyin daha tam bozulmadığından olacak duygularımızı da göstermekten çekinmezdik. Tek kanal olduğundan herkes aynı dizileri izler, ertesi gün her ortamda aynı diziler ve olanlar konuşulurdu. Aslında o yıllara ait yazacak daha çok dizi ve anılara yerleşmiş çok olay var.

Aşk Gemisi ve Kaptanı Stubing eşliğinde değişik yolcular ile yapılan hoş ve eğlenceli  yolculukları, Bonanza"da baba Ben Cartwright ve oğulları Adam-Hoss ve Küçük Joe"nun Ponderesa çiftiliğindeki maceraları, Dallas"ta hain Ceyar"ın çevirdiği dolapları, uzaylı yaratık Alf"in komiklikleri, Tatlı Sert"in kahramanları Mr.Steed ve Miss Emma Peel"in heyecan dolu maceraları, kibar hırsız Arsen Lüpen"in soygunları ve çapkınlıkları, sevimli yunus Flipper"in başına gelenleri, akıllı köpek Lassie"yi, İhtiyar Delikanlı Barnaby Jones"u, Mc Millan ve Karısını, Bruce Willis"lı Mavi Ay"ı, Cosby Ailesi"ni, avukat Petroçelli"yi, küçük zenci çocuk Webster"ı, yarı robot yarı insan 6 Milyon Dolarlık Adam"ı, Kaptan Onedin"i  An-jin-San"lı- Efendi Toranaga"lı Shogun ve Kung-Fu gibi uzakdoğuyu anlatan dizileri de unutmak mümkün değil.

Tabii başlarda sadece tek kanalda ve siyah beyaz olarak izlenen dizilerin, zamanla renklenmeye ve kanallar çoğalmaya başladıkça eski popülerliklerini yitirdikleri de bir gerçek...

Dedim ya o yılları ve bu dizileri izlemeyenler için bu yazı çok şey ifade etmez.
Güzel yıllardı... 
Ama şairin dediği gibi;

Yenik düşüyor her şey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya...

İlhan İLMENÖZ

1 Nisan 2017 Cumartesi

1 Nisan Şakası nasıl çıktı?


1 Nisan geldi çattı... Özellikle öğrencilerin en çok sevdiği günlerden biridir 1 Nisan. Çünkü bu özel gün dersleri kaynatmak için en ideal gündür. Ama bu sene cumartesiye denk geldiği için öğretmenler herhalde derin bir ohh çekmiştir. Öğrenciler dersi kaynatmak için bu günü ne kadar çok severse, öğretmenler de bir sürü saçmalık yüzünden 1 Nisan”ı hiç sevmezler.

Bu günde sınıflarını değiştiren mi ararsın, yoksa öğretmen sandalyesine yapıştırıcı süren mi ne ararsan vardır. Zevzek ve saçma sapan ilkel şakalar yerine, zeka dolu, esprili ve dozunda olan her şaka elbette tebessüm ettirir.

Sadece öğrenciler değil, çeşitli gruplar/ortamlar ve samimi arkadaşlar arasında da 1 Nisan şakaları yapmak yaygındır.

Peki bu 1 Nisan şakaları nasıl ortaya çıktı? Bu konuda farklı rivayetler var. En çok anlatılanlardan biri şöyle;

Fransa´da 1564´e kadar yeni yıl 1 Nisan günü başlarmış. Fakat o yıl kral IX .Charles takvimi değiştirmiş ve yıl başlangıcını 1 Ocak  gününe almış. Kral değil mi, ister yılbaşını değiştirir ister vezirini, kim karışır. Tabii  o zamanın iletişim koşullarında internet/cep telefonu filan olmadığından bazı insanların bu gelişmeden haberi olmamış. Bazıları ise bu kararı protesto etmek amacıyla eski adetlerini sürdürmüş. Yani yılbaşında olduğu gibi, 1 Nisan'da partiler düzenlemeye, birbirlerine hediyeler vermeye devam etmişler.

Yeni takvimden haberi olanlar ise, haberi olmayanları "1 Nisan aptalları" olarak nitelendirip bu güne  "Aptalların Günü" demeye başlamışlar. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler vermişler, yapılmayacak partilere davet etmişler, gerçek olması mümkün olmayan haberler üreterek yaymışlar.

Bunu muziplik olsun diye “şaka” niyetine, “gülmek için” yaptıklarını söylemişler. İşte o günden itibaren, her yılın 1 Nisan günü, büyük-küçük herkes birbirine şaka yapmaya başlamış.

Bir de bu konu ile ilgili olarak "Nisan Balığı" kavramı var. Fransa'da da yılın bu döneminde balıkların üreme mevsimi olduğu için balık avı yasakmış. Bazı şakacılar da bunu fırsat bilerek, balık avcılarını kandırmak için ırmaklara "Nisan balığı" diye bağırarak balıklar atmışlar ve bu şaka kavramı da buradan türemiş...

Günümüzde artık ırmaklara balık atılmasa da balık şeklinde çikolatalar yenerek, insanların sırtına kağıttan balıklar iliştirilerek, dostlar işletilerek bu özel şaka geleneği de bir şekilde devam ettirilmekte.

Aslında bu günle ilgili başka rivayetler de var ama en çok kabul göreni bu.

İlhan İLMENÖZ