Wikipedia

Arama sonuçları

19 Mayıs 2017 Cuma

19 Mayıs...Unutturulmak istenen değerlerin başlangıcı


Ulusal Kurtuluş Savaşı"mızın başlangıcı ve Cumhuriyetle gelen tüm kazanımların ilk adımıdır 19 Mayıs...

İlkler ve başlangıçlar önemlidir. Tarihin en önemli ve en çok unutulan özelliklerinden biri de yaşanan tüm olayların oluştuğu dönem koşulları içinde değerlendirilmesidir. Bugünün gözlükleri ile geçmişe bakarsanız hiç bir şeyi net göremezsiniz.

O açıdan Atatürk"ün büyüklüğünü ve yaptıklarını anlayabilmek için dönemin zorlu koşullarını çok iyi bilmek ve buna göre değerlendirmek gerek.

Atatürk"ü, Kurtuluş Savaşını, Cumhuriyeti ve kazanımlarını küçük görenlerin, değersizleştirmeye çalışanların bunu bilinçli yapmaları bir yana, ne yazık ki oluşturdukları algı bazı gerçekleri görmeyi de engelliyor.

Bugün dünyanın birçok ülkesinde yaptıkları hayranlıkla anlatılan Atatürk, ne yazık ki kendi ülkesinde, kurucusu olduğu Cumhuriyette hak ettiği değeri göremiyor. Bırakın değer verilmeyi, O”na yapılan çirkin saldırılar ve Cumhuriyet ile sağlanan tüm kazanımlar bir bir yok edilmeye çalışılıyor.

O"nu ve yaptıklarını sıradanlaştırmaya çalışanlar Cumhuriyetin önemli kilometre taşlarını da görmezden gelerek unutturmaya çalışıyor. 19 Mayıslar-23 Nisanlar-30 Ağustoslar-29 Ekimler çeşitli bahanelerle ya hiç kutlanmıyor ya da basit bir gün gibi geçiştiriliyor.

19 Mayıs dünyada ender görülen bir kurtuluş öyküsünün ilk satırıdır. İmrenilesi bir destanın ilk adımıdır.

O 19 Mayıs ki günümüzde bazı devlet adamlarını hasta eden, yataklara düşüren özel günlerin başlangıcıdır. Cumhuriyete açılan kapıdır. Bir ulusun direniş mücadelesinin sembolüdür.

19 Mayıs ile başlayan büyük direniş, yazılmış yazılmamış binlerce kahramanlık öyküsü ile doludur. Hangisini yazsam diğerine haksızlık yapmış olurum. Öncesinde Hasan Tahsin ile başlayan yıllar boyu Sütçü İmamlarla, Şehit Şahinlerle, Yörük Alilerle, Kara Fatmalarla, Şerife Bacılarla ve daha nice isimsiz kahramanlarla yazılan, büyüklüğünü bugün anlatmanın zor olduğu bir destandır.

Bu destanı en güzel anlatanlardan biri olan Nazım Hikmet bakın ne diyor;

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır
Ne ağaç, ne kuş sesi, ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin, gece yıldızların altında kayalardır.
Kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
Okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe’den
Dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Güzel ve rahat günlere inanıyordu
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
Birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: ‘üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.
…….
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
Ve şu türküyü duydu.
‘Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
Bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
Yok edin insanın insana kulluğunu bu davet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşcesine, bu hasret bizim..’
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
Ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

Nice 19 Mayıs"lara ve nice umut dolu günlere...

İlhan İLMENÖZ

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Uzun yazı okuma sendromu



Toplum olarak okumayı çok fazla sevmeyiz. Siz bakmayın bir zamanlar moda olan "boş zamanlarımda kitap okurum" sloganlarına, onlar geçmişte kaldı. Ayrıca kitap okumak bir boş zaman aktivitesi değildir.
Her neyse, şimdilerde hiç okumaz olduk. Dikkat edin her ortamda yabancıların elinde hep kitap olurken, bizim milletin elinde cep telefonu, tablet.

Kalın kitaplar ve uzun yazılar ezelden beri bizlerin gözünü korkutmuştur. Okullarda kitap okuma tarzı verilen ödevlerde, okumayı sevmeyen öğrenciler genelde içeriğe değil kitabın inceliğine/kalınlığına bakarlar.

Sınavlara girenler iyi bilir, uzun paragraf soruları ne kadar kolay olursa olsun, çoğumuza hep ürkütücü gelmiştir. Hatta bazıları bu tip soruları okumaz bile. Sorsanız "sonunu okurken başını unutuyorum, o yüzden bu sorulara bakmam" diyenler çoğunluktadır.

Aynı şekilde sosyal medyada da bir çok kişi, uzun yazılar yerine kısa, sabun köpüğü tarzı yazıları tercih eder. Ciddi ve düşündürücü içerikler yerine, eğlendirici, hoşça vakit geçirici yazılar tercih nedenidir. Ayrıca yazının kalitesi ve niteliğinden çok, ne kadar uzun ya da kısa olduğuna da bakılır. Nitelik yerine nicelik. Yani kimileri için işlevi değil, boyu önemlidir.

Son yıllarda Twitter"ın bu kadar tutmasının en büyük nedeni, yazılanların 140 karakterle sınırlandırılmasıdır. Aynı şekilde Facebook"da da uzun yazılar yerine, çarpıcı sloganvari cümleler, klişeleşmiş görseller ve paylaşımlar daha çok ilgi görür. Blog siteleri ise sadece ilgi alanlarına girenler tarafından ziyaret edilir. Blog yazıları okumak bir çok kişi için tam anlamıyla bir işkencedir.

Artık insanların çoğu, çok az sürede çok fazla ve farklı şeyler görmek, okumak ve o değişik ortamların içinde olmak istiyor. Daldan dala, daldan dala.

Bazen bir toplu taşım aracında, bazen ders arası veya işte çalışırken verilen bir mola süresinde, hatta yolda yürürken anlık paylaşımlara göz gezdirmek, değişik şeylerle ilgilenmek insanlara okumaktan daha cazip geliyor.
Bu sürede tek ve uzun bir yazı okumak yerine, o ne yapmış, bu ne paylaşmış, kim kime ne demiş, şu nereye gitmiş tarzı kısa, anlık ve hemen tüketilebilecek ayaküstü paylaşımları tercih ediyorlar.

Uzun bir yazı içine dalıp dikkatlice okumak, bu tür insanlar için gerçekten çok zor. Çünkü bu tip yazılar okumak konsantrasyon işi. Günümüz hızlı dünyasında bu da çok fazla mümkün değil. İnsanlar ellerinde telefon her anı değerlendirmek istiyor. Anlık kısa sürelerde uzun yazı okuma işi zor oluyor tabii. Bu tür yazılara öyle ya da böyle tıklayanların bir bölümü, ya yazıyı hiç okumuyor, ya da bir baştan bir sondan -Alaşehir işi misali-bir göz gezdirip çıkıyor.

Haklılar mı? Bu konuda kimseyi eleştirmek veya suçlamak olmaz. Herkesin tercihine saygı duymak gerekir. Sonuçta bu bir arz-talep meselesidir. İsteyen istediğini alır, okur, beğenir ya da beğenmez.

Sosyal medyada herkese hitap eden, her çeşit ürün var. İsteyen kaliteli ve nitelikli ürün tercih eder, isteyen çakma Çin malı tarzı ucuz ve sıradan ürünleri. Sakın yanlış anlaşılmasın burada uzun yazılar kalitelidir, kısa yazılar kalitesizdir demiyorum. Sonuçta herkes kendi ihtiyacı olana ve kendi doğrusuna ulaşır.

Neyse... Her ne kadar kısa yazmak istesem de yazı uzadıkça uzadı, burada bırakayım en iyisi.
İlhan İLMENÖZ

4 Mayıs 2017 Perşembe

Terzi Fikri anısına

Terzi Fikri anısına ölümünün 30. yıl dönümünde kapanan Radikal Blog"da 2 yıl önce yazmış olduğum bir yazıdır. Okumayanlar için tekrar paylaşmak istedim.

Fatsa'nın devrimci belediye başkanı Fikri Sönmez'in ya da bilinen adıyla ‘Terzi Fikri'nin 12 Eylül zindanlarında gördüğü işkencelerin ardından hayata veda edişinin üzerinden tam 30  yıl geçti. 

Kimdir bu Fikri Sönmez ya da Terzi Fikri? 

Genç nesiller için çok fazla bir şey ifade etmeyen bu isim bir dönem sadece Fatsa"nın değil tüm ülkenin tanıdığı bir kişilikti. Fikri Sönmez 1938 yılında Fatsa'nın bir köyünde doğdu. Geçimini terzilikle sağladı. 1960'lı yılların ortasına doğru sosyalist fikirlerle tanıştı. TİP içerisinde çeşitli kademelerde görev aldı. 

Ardından yükselen anti-emperyalist mücadelede hep ön saflardaydı. 6. Filo'ya karşı düzenlenen eylemlerde Dev-Genç içinde yer aldı. 68'den sonra Karadeniz'de emekçilerin örgütlenmesi çalışması içerisindeydi. 1972'de THKP-C Davasından yargılandı. 20 ay kadar tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. 12 Mart darbesinin ardından Karadeniz'deki devrimci mücadelenin örgütlenmesinde genç  devrimcilere örnek oldu. 

1979 yılı yerel seçimlerinde  Fatsa'da bağımsız olarak belediye başkan adayı oldu, CHP ve AP adaylarına büyük bir üstünlük sağlayarak  seçimi kazandı. Belediye başkanı seçildikten sonra sloganı, "çamura, rüşvete ve karaborsaya son" oldu. İlk olarak düzenlediği "Çamura Son" kampanyasıyla yıllardır süren ve birçok kişinin koleradan ölmesine neden olan sorunu halkın desteğiyle kısa sürede çözerek sokakları çamurdan temizledi. Seçildikten sonra halk komiteleri oluşturuldu. İki ayda bir yapılan halk toplantıları ile  halkın belediye yönetimine katkıda bulunmasına çalışıldı. 

Bu komitelerin üyeleri toplantılarda belediye çalışmalarını denetler, görüş ve fikirlerini rahatça söylerdi. O yıllarda 19.000 kişilik bir nüfusa sahip olan Fatsa'da ilçe sorunlarının konuşulduğu ve bu sorunların çözüme kavuşturulduğu toplantılara halktan 3500 kişilik aktif katılımlar sağlanarak toplum yönetime katılmış, belediye gerçek anlamda çözüm merkezi haline getirilmişti. 

Fikri Sönmez"in belediye başkanlığı döneminde komiteler sadece belediye hizmetleri  ile sınırlı kalmayıp, kumar, içki, evde şiddet gören kadınlar gibi toplumsal konularla da ilgilenirlerdi. Terzi Fikri "belediyecilik demokrasinin bir sonucu değildir, demokrasi belediyelerde başlar" düşüncesi  ile insanlara sahip çıktı. 

Belediye Meclisi'nin komiteler ile yaptığı tüm toplantılar mahalle hoparlörlerinden isteyen herkesin duyabileceği şekilde yansıtılmış, tam anlamıyla şeffaf yönetimin ne olduğu gösterilmişti. Ayrıca geniş köylü kitlelerinin katıldığı fındık mitingleri düzenlendi. Arazi anlaşmazlıklarından, kan davalarına, köy kavgalarından, aile içi sorunlara kadar her türden sorunları halkla birlikte çözmeye çalıştı. 

İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de yağı, tüpü, şekeri, unu karaborsadan satıp, birileri zenginliğine zenginlik katarken, Fatsa'da her şey vardı. Çünkü Terzi Fikri ve O'nun ideali paraya değil, insana değer veriyordu. O yüzden izin vermediler, karaborsacıya, faizciye, tefeciye... 

Bütün bu faaliyetlerin ardından Fatsa Halk Şenliği düzenlenir, insanlar gönlünce eğlenirdi. Halkın ücretsiz tiyatro izleyebildiği, her türlü sanat faaliyetinden yararlanabildiği, yerel işletmelerin desteklendiği, tütün üreticilerinin adil ödeme olanağına kavuştuğu Fatsa, "kapitalizmin tüm değerlerine reddiye"ye dönüştüğü anda egemenler için tehlikeli sayıldı. İlçe kısa bir süre içinde sosyalist solun simgesi olurken, sağcı basının ve politikacıların hedefi haline geldi. 

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in "Çorum'u, Maraş'ı bırakın Fatsa'ya bakın" diyerek "hedef" gösterdiği bu  ilçe, bir gece yarısı "nokta operasyonu"yla askerlerce kuşatıldı. Operasyon öncesinde Fatsa AP, CHP ve MSP İlçe Başkanlarının basına yaptıkları "Her yerde kan var, biz burada huzur içindeyiz. Fatsa'da komünist işgal yoktur. Halk vardır. Halkın yönetimi vardır. Fatsa'da ateş ile barut yok, böylesine huzurlu bir yerde olay çıkartmayı istemek niye?" şeklindeki açıklamalarına aldırış edilmedi ve Fatsa halkı 11 Temmuz sabahı tank sesleriyle uyandı. 
Aynı gün gözaltına alınan Terzi Fikri kaburgaları kırılana kadar işkenceden geçirildi. Ardından 12 Eylül koşullarında cezaevi yaşamı başladı. İşkenceler, cezaevleri, mahkemeler zaten yıllardır önemsemediği sağlığının iyice bozulmasına yol açtı. 4 Mayıs 1985 günü ise bir kalp krizi sonucu hapiste yaşamını yitirdi. 

O dönemde kendisine vatan haini diyenlere Terzi Fikri; "beton duvarlara, demir parmaklıklara mecbur edildiğim için hiç ama hiç üzüntü duymuyorum. Vatansever olduğumu bugün söylediğim gibi, 25 seneden bu yana her yerde söyledim. Bunun için kavgalara girdim. İşkence gördüm, zindanlara atıldım. Eğer bir ülkede vatan, İsviçre bankalarında gizli hesap defterleri ve Amerikan doları olarak görülüyor ve bu insanlar da yönetimi ellerinde bulunduruyorlarsa vatan için darağaçlarını omuzlayanları elbette vatan haini ilan edeceklerdir. " yanıtını vermiştir. 

Onu aşağılamak için kullandıkları "Terzi" sıfatını inadına taşımış, hiç gocunmadan, gurur duyarak; "ben 30 yıla  yakın geçimimi terzilik mesleğimle sağlamaktayım. Bana terzi olarak hitap edilmesi beni küçültmez, aksine yüceltir" diyen Fikri Sönmez için, büyük usta Can Yücel  şu dizeleri yazmıştır. 

"Her seçim döneminde 
Göğünü yitirmiş bir ay gibi 
Karadeniz'e düşerim  
Ilık bir düş vaktine dönüşür Fatsa
Gözlerimin tuzu 
Karadeniz'e Karadeniz gözlerime dolar  
Ağzım dilim dudaklarım arar  
Ben Fikri'yi ararım."

Bir zamanlar Fatsa'da hava soldan eserdi. İnsanlar sorunlarını konuşarak çözerler, kararları toplanarak alırlardı. Fikri Sönmez"in belediye başkanı olduğu dönemde, Fatsa özgürlükçü sosyalizmin bir örneğiydi. 
Sosyalizmin sadece Sovyetler Birliğinden ibaret olmadığının, başka alternatiflerin bulunduğunun bir kanıtıydı ve bu alternatifler iktidarı ciddi bir şekilde korkutuyordu. O yüzden de Fatsa ve Terzi Fikri gibiler en kısa zamanda yok edilmeliydi. 

O günlerde tüm duvarlarda "Güneş Fatsa'dan doğacak" yazısı iktidar için daha büyük bir sorun haline  gelmemesi için Fatsa yerle bir edildi. Mezar taşında "Ben ne yaptıysam halkım için, halkımla birlikte yaptım" diye yazan  Terzi Fikri adını  bazıları  hiç duymamış olsa da, O'nu bilenler  hiç unutmadı. 
 İlhan İLMENÖZ, Radikal Blog, 4.5.2015