TRT son zamanların en başarılı işlerinden
birine imza atarak arşivlerini halka açtı. Kim ne derse desin TRT, son 50
yıllık yakın geçmişimizin en önemli toplumsal ve siyasal hafızasıdır. Her ne
kadar son 20 yılda özel kanalların çoğalmasıyla birlikte eski önemini yitirse
de bu arşiv olayı ile tekrar gündeme gelmiştir.
Özellikle orta yaşın üzerindekiler ile
benim gibi yarım yüzyılı devirmişlerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ait
bir anılarda TRT çok önemli bir yer tutar. İşte şimdi http://www.trtarsiv.com/
sayesinde bu günlere dönerek anıları tazeleme olanağı var. Henüz TRT arşiv ile
tanışmamış olanınız varsa mutlaka bu adrese bir baksınlar. Ulu Önder M.K
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı”na ait birçok belgeselden tutun da çeşitli dizi, spor,
reklam, müzik gibi çok farklı alanlarda görüntülere ulaşabilirsiniz.
TRT arşivinin sadece bunlarla sınırlı
olmadığını biliyorum. Sanıyorum programları ve eldeki malzemeyi yavaş yavaş
yükleyeceklerdir. Bizlerin yaşamında TRT”nin apayrı bir yeri vardır.
Bugünkü jenerasyonun televizyonun ilk
çıktığı yıllarda, bizlerin yaşamındaki yerini ve önemini anlamaları çok olası
değil.
Maçlardan müziğe, liseler arası bilgi
yarışmalarından tiyatroya kadar her şeyin radyoda dinlendiği bir çağdan,
televizyona geçişin büyüsü ve şaşkınlığını anlatmak da öyle kolay olmuyor. Henüz
daha birçok evde ev telefonu bile yokken radyodan televizyona geçiş o yıllar
için tam bir sosyal devrim gibidir.
Tek kanallı ve siyah beyaz da olsa, kar
yağar bir görüntüsü de olsa, ilk zamanlar haftanın her günü ve her saati yayın
olmasa da, açılıştaki askeri tören ve İstiklal Marşı ile ekranların önünde yerini
alan, yine askeri tören ve İstiklal Marşı ile kapanışın ardından çıkan
"Televizyonunuzu Kapatmayı Unutmayınız" yazısını görene kadar o
yerlerden kalkmayan bizler için televizyon izlemek anlatılamaz bir heyecan ve
mutluluktu.
Artık günümüzde "aptal kutusu"
olarak adlandırılan o sihirli alet, o yıllarda bizlere hiç de aptal gibi
gelmiyordu. Düşünsenize; sinemayı da, konser salonlarını da, stadyumları da
evinize kadar getiriyor, onun sayesinde dünyanın bilmediğiniz görmediğiniz
ülke/insan/hayvanlarını görebiliyorduk. Çok büyük ve ulaşılamaz zannettiğimiz
dünyayı ve olanları onun sayesinde daha yakından tanımaya başlıyor ve
anlatıldığı kadar büyük olmadığını öğreniyorduk.
Hele o yıllarda televizyonda dizi
izlemenin keyfi ve heyecanı bir başka olurdu. Şimdiki gibi internet yok ki istediğin
zaman istediğin yerde izleyesin. O izlediğin dizinin yayınlandığı akşamı
beklemekten ve tüm planları ona göre yapmaktan başka çareniz yoktu. Tüm aile,
hatta televizyonu olmayan komşular, televizyonu olanlara misafirliğe giderek,
daha dizi başlamadan saatler önce yerini alır, başlaması için dakikalar
sayılırdı.
Öyle diziler vardı ki oynadıkları
akşamlar sokaklar ıssız/terkedilmiş bir kente döner, diziye kadar tüm işler
bitirilirdi. Örneğin; "Kaçak" dizisinin masum doktoru Richard Kimble
ve onu yakalamaya çalışan hain komiser Gerard olduğu geceler reyting rekorları
kırılırdı. (tabi o yıllarda kimsenin reytingden meytingden haberi de yoktu)
Dizi doktor Kimble"nin, karısını
öldürmekten suçlandıktan sonra cezaevinden nasıl kaçtığını ve karısını
öldüreni, suçu kendisinin üstüne kimin attığını bulmaya çalışmasını
anlatıyordu.
Dr.Kimble her bölümde tam yakalanıyor
gibi olur ve izleyenlerin yüreklerini ağzına getirirken, görevini yapan ve
O"nu yakalamaya çalışan komiser Gerard"a da en bilinmedik
beddualar/küfürler gönderilirdi.
Diziler herkesin yaşamını o kadar
derinden etkiliyordu ki; buna en güzel örnek neredeyse bir jenerasyonun
tamamına basketbolu sevdiren "Beyaz Gölge" dizisidir. Eğer bugün
ülkemizde basketbol gerçekten çok seviliyorsa, bunda en büyük paylardan biri de
bu diziye aittir.
Dizide bir zamanlar NBA"de oynarken
sakatlanan eski bir basketbolcunun, varoştaki bir lisede müdürlük yapan
arkadaşından, okul takımına coach"luk teklifi sonrası, okulda kurduğu
takım ile arasında yaşananlar ve yoktan var ettiği bu takımın başarı öyküleri
anlatılır. Çoğu siyah ve İspanyol, yoksul, sorunlu öğrencilerin gittiği bu lisede
başlarda birçok sorun yaşayan coach Ken Reeves zamanla kendini tüm takıma
sevdirir.
O yıllarda bu diziyi izleyip de mahalle
aralarında derme çatma pota kurmayan, evde kendine göre basketbol oynayıp evin
büyüklerinden azar işitmeyen çocuk/genç yok gibidir. Mahalle aralarında
basketbol oynamaya çalışan çocuklara koçluk yapan bir ağabey de mutlaka olurdu.
Bir de herkesin sevgilisi "Tatlı
Cadı" Samantha vardı. Burnunu oynatıp istediğini yapabilen, kocası Darren
ile annesi Endora arasında kalan sevimli cadı. Herkes onun yerinde olup
yaşamında gerçekleştirmek istediklerini ve tüm sorunlarını bir iki burun
oynatmakla değiştirebilmenin hayalini kurardı.
Pazar sabahlarının değişmezi mutlaka
kovboy filmleri izlemek olurdu. Yine pazar gününün değişmezlerinden biri de Laura
Ingalls ve ailesinin yaşamını anlatan "Küçük Ev" dizisiydi. Ailenin
basit ama onurlu yaşamı ve başlarına gelenler ekran başındakileri zaman zaman
hüzünlendirir, kızlarıyla ve eşiyle sıradan mutlu bir yaşam süren baba Charles
takdir edilirdi.
İki farklı yapıdaki kardeşin farklı yaşam
öykülerini anlatan "Zengin ve Yoksul" ise en beğenilen dizilerden
biriydi. Nick Nolte"nin canlandırdığı Tom Jordache"in yoksul ve
dağınık yaşamı, kardeşi Peter Strauss"un canlandırdığı Rudy Jordache ise
eğitimli, hırslı ve iş dünyasında hızla yükselen yapısı her bölüm ilgi ile
izlenirdi. Hele dizinin kötü adamı tek gözlü Falconetti, yaptığı kötülükler ve
Tom"u öldürmesi ile seyircinin tüm nefretini de kazanmış ve ölen Tom için
çok gözyaşı döken olmuştu.
O aralar neredeyse tüm kötüler Falconetti
ile özdeşleşmişti. Herkes çevresindeki kötü adamları anlatırken ya da
betimlerken "Falconetti gibi" derdi. Daha o zamanlar ortada olmayan
Dallas"ın kötü adamı Ceyar bile Falconetti"nin yanında melek kalırdı.
Dizi kahramanlarını birilerine benzetmek
demişken çevrenizde de dizilerden örnek alınan, özenilen ve onlara benzemek
isteyen bir çok kişi görebilirdiniz. "Charlie"nin Melekleri" adlı
dizide Charlie"nin 3 güzel meleği Jill-Sabrina ve Kelly, saçlarından
giyimlerine kadar o dönemin genç kızları ve kadınları tarafından örnek alınır
ve taklit edilirdi.
Hatta Farrah Fawcett"in o aslan
yelesini andıran sarı saçlarına bayılan tüm kadınlar mahallelerindeki
kuaförlerin kapılarını aşındırıp “Benim saçımı da Farrah’ınki gibi yap, ne
olursun!” diye yalvarırlardı. Sokaklarda, çarşılarda Farrah modeli saçla
dolaşan bir sürü kadına rastlamak mümkündü.
Meleklerin mayolu posterleri ise birçok
delikanlının odasında hayallerini süslerdi. Çevresinde 3 güzel kız olanlar,
kendini derhal Çarli ilan eder, melekleri ile birlikte dolaşarak etrafa hava
atardı.
Yine dizi kahramanlarına benzemek ve
benzetilmekle devam edelim. Kirli ve ütüsüz pardesü ile simge haline gelen
"Komiser Colombo" da keskin zekası ile detaylara gizlenmiş
cinayetleri çözerken, çoğunun aklı O"nun bu üstünden hiç çıkarmadığı
pardesüsünde kalırdı. Çevrede Colombo gibi giyinen, hafif dağınık bütün
tiplere Colombo lakabı yapıştırılırdı.
Ya da saçını bile taramayan, kötü
giyinen, evinde de yeteri kadar temizlik yapmadığı düşünen kadınlara o yıllarda
oynayan bir diziden esinlenerek "Pasaklı Sally" lakabı takılırdı.
Hele mahallede iki üç orta yaşlı teyze
bir araya geldi mi mutlaka "Altın Kızlar" yakıştırması yapılırdı. Hafif
geç anlayan ve saftirik olana Sophie, erkeksi olana Dorothy, en açıkgöz olana
Rose ve aklı hep erkeklerde olana da Blanche dediniz mi dizi kahramanlarına
uygun rolleri dağıtmış olurdunuz.
Bir de dizilerde hiç anlayamadığımız ama
inanıp aynen kabullendiğimiz olaylar olurdu. Mesela gizli ajanların çeşitli
olaylarını anlatan "Görevimiz Tehlike" adlı dizinin her bölüm
başlangıcında Jim Phelps"e yapacağı görevler bir kaset bandı ile
bildirilir ve mutlaka sonunda "bu bant 10 saniye içinde kendini imha
edecektir" dedikten sonra kasetten dumanlar yükselirdi. Yine bu dizide
kahramanlarımızın başkasının yerine girerken yüzlerinden vücutlarına kadar her
şeylerinin bire bir nasıl aynen gerçekleştiğini bir türlü çözemez aradaki farkı
yakalamaya çalışırdık.
Aynı şekilde; kendi kendine hareket edebilen,
konuşabilen yapay zekalı otomobil "Kara Şimşek" ile sahibi Michael Knight'ın
başından geçen olaylar bir yandan hepimizi şaşırtırken, diğer yandan herkes
böyle bir otomobile sahip olabilmenin hayalini kurardı.
Yine "Uzay Yolu" adlı dizide de
bir tuşa basarak ışınlanan insanlar, Kaptan Kirk ve arkadaşlarının istedikleri
zaman bayıltmaya ayarladıkları ışın tabancalarını, gemileri Atılgan"ın
maceralarını merakla ve hayranlıkla izlerdik.
Hele Volkan gezegeninden olan
damarlarında mavi kan dolaşan mantıklı Mr.Spock, kulakları ve değişik
yetenekleri ile herkesi şaşkına uğratırdı. Kulakları biraz değişik olanlara da
Spock benzetmesi yapılırdı.
Bir dönemi bilimkurgu ve uzay ile
tanıştıran dizi kahramanları Kaptan Kirk-Yarbay Spock-Yüzbaşı Scott-Teğmen
Uhura ve Teğmen Sulu-Doktor Mc Coy hala akıllardadır. Daha sonraları bir çok
dizi ve filmleri de çekilen Uzay Yolu"nun o ilk siyah beyaz yılları asla
unutulmaz.
Uzay Yolu ve Uzay 1999 ile bilimkurgu ve
uzayın bilinemezlerini öğrenen bizler "Kökler" dizisinin
kahramanı"Kunta Kinte" ile köleliğe isyan eder O"nunla birlikte
beyaz adama karşı sonuna kadar direnirdik. Afrika"da beyazlar tarafından
zincire vurularak Amerika"ya getirilen zencilerin buradaki yaşam
mücadelelerini izlerken bazen onlarla birlikte üzülür, haksızlıklara karşı
öfkelenirdik.
"Köle Isaura" ile ilk defa bir Brezilya
dizisi ile tanışanlar, daha sonraki yıllarda her gün yayınlanan birçok Brezilya
dizisini de izleme şansına sahip olacaklardı.
Açıkçası o yıllarda her şey bize daha
inandırıcı, daha gerçekçi görünürdü. Belki bizlerin saflığından, belki her
şeyin daha tam bozulmadığından olacak duygularımızı da göstermekten
çekinmezdik. Tek kanal olduğundan herkes aynı dizileri izler, ertesi gün her
ortamda aynı diziler ve olanlar konuşulurdu. Aslında o yıllara ait yazacak daha
çok dizi ve anılara yerleşmiş çok olay var.
Aşk Gemisi ve Kaptanı Stubing eşliğinde
değişik yolcular ile yapılan hoş ve eğlenceli
yolculukları, Bonanza"da baba Ben Cartwright ve oğulları Adam-Hoss
ve Küçük Joe"nun Ponderesa çiftiliğindeki maceraları, Dallas"ta hain
Ceyar"ın çevirdiği dolapları, uzaylı yaratık Alf"in komiklikleri, Tatlı
Sert"in kahramanları Mr.Steed ve Miss Emma Peel"in heyecan dolu
maceraları, kibar hırsız Arsen Lüpen"in soygunları ve çapkınlıkları,
sevimli yunus Flipper"in başına gelenleri, akıllı köpek Lassie"yi, İhtiyar
Delikanlı Barnaby Jones"u, Mc Millan ve Karısını, Bruce Willis"lı
Mavi Ay"ı, Cosby Ailesi"ni, avukat Petroçelli"yi, küçük zenci
çocuk Webster"ı, yarı robot yarı insan 6 Milyon Dolarlık Adam"ı,
Kaptan Onedin"i An-jin-San"lı-
Efendi Toranaga"lı Shogun ve Kung-Fu gibi uzakdoğuyu anlatan dizileri de
unutmak mümkün değil.
Tabii başlarda sadece tek kanalda ve
siyah beyaz olarak izlenen dizilerin, zamanla renklenmeye ve kanallar çoğalmaya
başladıkça eski popülerliklerini yitirdikleri de bir gerçek...
Dedim ya o yılları ve bu dizileri
izlemeyenler için bu yazı çok şey ifade etmez.
Güzel yıllardı...
Ama şairin dediği gibi;
Yenik düşüyor her şey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya...
İlhan İLMENÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder